İBRETLİ SÖZLER
İmam-ı Azam Hazretlerinin genç bir komşusu vardı.
Her gece evine içkili gelir, çıkardığı gürültü ile imamı çok rahatsız ederdi. İmam, gençten hiç şikayetçi olmaz, komşusunun haline tahammül ederdi. Bir gün başkalarının şikayetinden olsa gerek genci hapse attılar. Ertesi gece gencin sesini duymayan Ebu Hanife (r.a.) şaşırdı ve:
- Genç komşumuzun sesleri niçin kulağımıza gelmiyor? diye sordu.
- Efendim, o sarhoşu vali hapse attırdı, dediler.
Ertesi sabah doğruca valinin konağına gitti. Talebeleri, Hocamız her halde valiye teşekkür edecek, diye düşünüyordu. Vali, onu görür görmez ayağa fırladı. Hürmet etti ve:
- Ya imam! Teşriflerinizin sebebini lütfen söyler misiniz? dedi.
O da, komşusu olan gencin serbest bırakılmasını rica etti. Vali:
- Efendim, böyle ehemmiyetsiz bir mesele için niye zahmet ettiniz? Haber gönderseydiniz emriniz derhal yerine getirilirdi, cevabını verdi.
Delikanlı serbest bırakıldı. İmam'la karşılaştıklarında oldukça mahcuptu. Kendisini bizzat çok rahatsız etmişti. Ebu Hanife:
- Bak biz seni unutmuyoruz, sözleriyle iltifat buyurdu.
Genç kısa zaman sonra tövbe etti ve İmam'ın talebeleri arasında katıldı.
*******
Bir gün bir mümine şöyle dediler: “Senin dostun ve kardeşin iyi hallerini bırakıp kötülüklere saplandı. Neden onunla dostluğunu ve arkadaşlığını kesmiyorsun?” O mümin şöyle cevap verdi: Onun asıl şimdi, bir kardeşe ve dosta ihtiyacı vardır. Bu düşkün halinde onu nasıl terk ederim? Aksine, bütün gayretimle eline yapışacağım ve ateşten kurtarmaya çalışacağım.
*******
Rivayet olunur ki, iki arkadaş ilim öğrenmek için uzak yerlere gitmişler. Ve seneler sonra memleketlerine dönmüşlerdi. Birisi güzel bir âlim, fakih olmuş, diğeri bir şey olamamış. Bunun sebebi araştırılmış, ikisini bir araya getirmişler. Âlim olan kıbleye karşı oturmuş, diğeri de kıbleye arkasını dönmüş. Bu haller sorulunca: Alim olan demiş ki, “ben hiç bir vakit kıbleye arkamı dönmedim. Ve okuduğum şehre dahi hürmeten sırt çevirmedim.” Âlimler, o zatın bu vera’sı sebebiyle diğerinden üstün olduğuna ittifak etmişler. Hem de hürmet ettiği şehir de ilminden istifade ettiği hocaları oturuyorlardı.
*******
Zenginin biri ölümüden ve kabirdeki yalnızlıktan cok korkarmış."Kim öldügüm gece kabre girerek sabaha kadar benimlekalırsa servetimin yarısını ona bağışlıyacağım "diye vasiyet edmiş.Öldügünde kim onunla birlikte kabre girib sabahlamak ister?diye araştırmışlar.Kimse cıkmamış.Nihayet bir hamal.Benim bu dünyada sadece bir ipim var kaybedecek bir şeyim yok. Sabaha kadar durursam zengin olurum,diye düşünerek kabul etmiş.Böylece hamalıda zenginle birlikte defnetmişler.Sorgu sual melekleri gelmiş.Bakmışlar kabirde bir ölü bir canlı var "Nasıl olsa bu ölü elimizde,biz şu canlı olandan başlayalım"demişler ve hamalı sorgulamaya başlamışlar."o ip kimin?Nereden aldın?Niye aldın?Nasıl aldın?Nerelerde kulandın?"sabaha kadar sorgu sual devam etmiş,adamın hesabı bitmemiş. Sabahleyin kabri acıb hamalı cıkarmışlar._tamam servetin yarısı senin demişler.Aman demiş hamal,istemem kalsın .Ben,sabaha kadar bir ipin hesabını veremedim. O kadar servetin hesabını nasıl veririm?demiş
*******
Şehir içi dolmuşların birinde 20 yaşlarında ince elbiseler giyinmiş genç bir kız utanma duygusunu parçalar bir şekilde açılıp saçılmış fitne sergiliyordu. Arkasında saçı sakalı ağarmış ihtiyar genç kızın halinden dolayı arkasında utançla oturuyordu. Kızın kulağına eğilerek edeple şöyle fısıldadı: Ey kızım sana yakışan örtünmektir. Tesettür, insan kurtlarının iştahını kabartan bu şeffaf elbiseden daha faziletlidir. Hem bu hayâyı parçalar fitneye sürükler.
Genç kız şöyle dedi: sana ne kabrime benimle beraber mi gireceksin, cennete ve cehenneme koymak senin elinde mi? Kız ahmaklaşmış adamın üzerine gitmeye başlamıştı. Sonra cüreti ve utanmaz tavırlarını artırdı adamla alay ediyor şöyle diyordu: Al işte cep telefonum Allahı arada bana cehennemde hangi odayı ayıracağını söyle. Kız çirkin bir kahkaha attı. Adam çekindi Allaha sığındı Allah bana yeter o ne güzel vekildir dedi ve sustu.
Bu cahil kıza nasihat edeceğine pişman oldu. Sessiz geçen 10 dakikadan sonra şoför durağa gelmiş herkes inmeye başlamıştı herkes genç kızında inmesini bekledi. O arabanın kapısının yakınında oturuyordu ve uyuyup kalmıştı. Adama onu uyandırmasını söylediler. Adam çekinerek onu hafifçe sarstı ve oda yere seriliverdi. Ruhunu yaradanına teslim etmişti. Yolcular gördükleri duruma hayret ederek titrediler ve biz Allahtan geldik ona dönücüleriz dediler.
Genç kız yaratıcısıyla alay etmişti. İşte cep telefonum demişti, Allahı ara bana cehennemde hangi odayı ayırıcağını söyle diyordu. Rabbine doğru yola çıkmıytı. İşte hayatı rabbiyle dalga geçtiği sırada sonlanmıştı
********
“Beşiği sallayan el, cihana hükmeder” derler. O da annedir. Demek ki beşiği sallayan da, eşiği kollayan da çocuğu hayata hazırlayan da kadındır, annedir.
********
Sahabelerden biri, bir kişiye dedi ki: “iyi dinle sana tıbbı öğreteceğim. O öğrendiğin tıp sebebiyle tabiplerden üstün olursun. O tıp şudur: Aç isen yemek ye yani acıkınca ye. Yemek yemeğe isteğin olduğu halde sofradan kalk yani tıka basa doymadan sofradan ayrıl, elini çek.
********
Büyüklerden biri anlatıyor: “Gençliğimde -talebelik zamanımda- zorluklar yüzünden dersi terk edip köyümün yolunu tuttum.” Yolda dinlenmek için bir çalı dibine oturmuştum. Bir ara gözüm bir böceğe ilişti. Böcek bir tuğla parçasının üzerine çıkmak istiyor, fakat biraz sonra geriye düşüyordu. Tekrar tırmanıyor, yine düşüyordu. Defalarca bunu tekrarladı ve nihayet çıkmaya muvaffak oldu. Bundan ilham alarak geri döndüm ve derslerime dört elle sarıldım ve bende muvaffak oldum.
*********
Sa’d b. Ebu Vakkas (R.A.) şöyle anlatır:
Anneme karşı çok itaat eden biriydim. Annem Müslüman olduğumu duyunca, beni çağırdı ve: Bu inandığın din nedir ey Sa’d dedi; ya bu dinden vazgeçersin, yahut da yemeyeceğim, içmeyeceğim, öleceğim. Sana herkes “anne katili” diyecek, dedi. Sa’d, anneciğim bunu bana yapma, ben yeni inandığım dinimi terketmem, dedi. Aradan bir kaç gün geçti. Annem hiç bir şey yemedi, oldukça zayıflamış ve halsiz kalmıştı. Nihayet kendisine şöyle dedim:
Ana ! Allah’a yemin ederim ki, bin canın olsa da hepsi tek tek çıksa yine de hak din olan İslamiyet'ten ayrılmam, dedim
*********
Sahabeden Ukbe bin Nafi (R.A.) Afrika’da, yerli halk tarafından yapılması muhtemel inkılâba karşı bir emniyet tedbiri alarak başka bir şehirde yerleşmeye karar verdi. Buna da “Kavrayan” mevkiini uygun buldu. Adı geçen yer, yılan, çıyan ve yırtıcı hayvanların barınağı olduktan başka bataklıktı Ukbe Allah’a dua etti. Kendisi, duası kabul olunanlardandı. Sonra hayvanlara: “BİZ DEDİ, ASHABIYIZ, BURALARDAN UZAKLAŞIN, BİZ BURAYA YERLEŞECEĞİZ, BUNDAN SONRA KİMİ BULURSAK ÖLDÜRÜRÜZ...” O gün orada bulunanlar baktılar ki, yavrusunu alan hayvan yola koyulmuş, savuşup gitmekte. Bu hadiseyi bir çok berberi kabileleri görüp Müslüman olmuşlardır.
İran Şahı Nûşerevan’ın veziri Büzürg-Mihr, ehemmiyetsiz bir sebepten dolayı eline, ayağına zincirler geçirtip zindana atılıyor. Her gün ekmek ve sudan başka bir şey verilmiyordu. Bir müddet böyle yaşadı, hiç şikayet etmedi. Bunun üzerine şah dostlarının yanına gönderilmesini ve onların yanında söyleyeceği sözlerin yazılmasını ferman buyurdu. “Vezir altı ilacım var ki, onları kullanarak kendimi koruyorum. Durumu soran dostlarına altı ilacı şöyle sıraladı:
1- Allah'a güvenmek,
2- Başa gelene dayanmak,
3- Sabretmek,
4- Yılmamak,
5- Daha kötü bir duruma düşmemiş olmak yüzünden teselli bulmak,
6- Her lahza kurtuluşu ümitle beklemek,
İşte bunlar bana destek olup metanet verdi, dedi.
*******
Fadıl Oğlu Şeyh Muhammed (K.S.) talebe iken çarşı yemeği ve ekmeği yemezdi. Babası köylü idi. Cuma günleri oğlunun bir haftalık yemeğini getirirdi. Bir gelişinde babası oğlunun odasında çarşı ekmeği gördü. Oğlu ile konuşmadı. Oğlu özür beyan etti. Ben almadım. Arkadaşım aldı , ben razı değilim dedi. Babası, eğer sen vera(*) ve takva sahibi olup şüphelerden sakınsaydın, arkadaşın buna cesaret edemezdi. İlim öğrenen vera’ya riayet etmezse cahiller arasında kalır dedi.
*********
Emevi halifelerinden Ömer Bin Abdülaziz, Horasan’a bir vali tayin ediyor. Vali Horasan’a vasıl olunca bakıyor, vaziyetler vahîm. Adamlar birbirini öldürüyorlar. Anarşi var, içki içiyorlar, her türlü rezalet var, soygun var. Oradan halifeye bir mektup yazıyor. “Ya benim istifamı kabul et, yahut ta meydanlara dikeceğim kazıklara direklere insanları bağlatacağım, at kamçıları ile dövdüreceğim” diyor ve müsaâde istiyor. Emir' in ona verdiği cevap çok enteresan: İstifanı kabul etmem için fevkalâde bir sebep yok. Tebââmı dövmene de razı değilim, sakın dövme. Çaresini sana iki kelimeyle söylüyorum: Hakk’ın emrini halka öğret. Adaletten de kıl kadar inhiraf etme -dönme-” diyor ve mektubu böylece cevaplandırıyordu.
********
Abbâsîlerin en meşhur halîfesi Harun’ur Reşid, vezirleri ile bir sohbet esnasında, oğulları Emin ve Me’mun dan hangisinin daha zeki olduğu hakkında herkesin ayrı ayrı fikir beyan etmesi üzerine, sekiz on çubuğu bir araya bağlayıp getirmelerini emreder. Ve çocuklarını huzuruna davet eder. Önce Emin’e bu sımsıkı bağlanmış desteyi kırmasını söyler. Emin bütün gücünü sarf ederek elleri ve ayaklarının yardımıyla parçalamaya gayret ederse de muvaffak olamaz ve aczini itiraf eder. Sonra Me’mun içeri girer, aynı teklif ona yapılınca, bir müddet çubuk destesini gözden geçirir ve destenin içinden bir çubuğu güçlükle ç›kararak kırar, geri kalanları da aynı surette birer birer parçalar. Böylece zekasını meydana koymuş olur.
********
İslam tarihinde ikinci Ömer diye tanınan, Ömer Bin Abdülaziz, halifeliği zamanında aklı erenleri çağırır onlarla din ve devlet işlerini görüşürdü, müşavere ederdi. Bir gün büyük zevattan Muhammed Bin Ka’bül Kürâzî'yi çağırır der ki, “Bana adaleti” tavsif et -vasıflandır-. O zat dedi ki, "peh!... peh!... sen büyük bir işten sordun. Adalet ve Adaletli davranmak: İnsanların küçük olanlarına baba olacaksın. Büyük yaşta olanlara evlat olacaksın, akranlarına kardeş olacaksın. Babana iyi bakıp hürmetli olacaksın, oğluna karşı merhametli ve şefkatli davranacaksın. Kendi kardeşini görüp gözeteceksin. İşte sana adalet."
*********
Abdullah İbn-i Mübarek, ölüm döşeğinde iken yanında birisi vardı. Bu şahıs ölüm sarhoşluğu içinde bulunan Abdullah ibn-i Mübarek için bir takım ilmi meseleler yazıp kendisine okuyordu. O sırada bulunanlardan biri: Ey Abdullah, bu ölüm anında da mı ilim öğreniyorsun? diye sordu. İbn-i Mübarek’in cevabı şu oldu: "Evet belki de şu ana kadar bilmediğim bir mesele öğrenirim de bana faydalı olur dedi."
*******
Davûd-u tâ'î şöyle dedi: Yirmi sene Ebû Hanifenin huzurunda bulundum, bu zaman zarfında, ona dikkat ettim, kalabalıkta ve yalnız iken başının açık olduğunu görmedim. İstirahat etmek için ayaklarını uzatmazdı. Kendisine, “Ey İslam Dininin İmam-ı, yalnızken ayaklarınızı uzatsanız ne olur? Diye sordum, cevabında: “Allah’u Taâla'nın huzurunda edeple durmağa dikkat etmek, yalnızken daha çok icap ediyor” buyurdu.
********
İmam-ı Âzam Ebu Hanife, sahip olduğu ilmi, bir geçim vasıtası yapmamış, resmi bir görev de kabul etmemiştir. Irak valisi İbn-i Hübeyre, kendisine bir ara kadılık teklif etti. Ebû Hanife kadılığı kabul etmedi.
Bunun üzerine kendisine işkence yaptılar dayak atıp hapsettiler.
Annesi oğlunun bu haline çok üzüldü. -"Ah oğlum ! İlmin sana eza ve cefadan başka bir şey getirmedi" dedi. Ebu Hanife: " Üzülme anacığım, onlar bana dünyayı vermek istiyorlar, ben ise ahireti istiyorum. Ahirette Allah'ın azabına maruz kalmaktansa, dünyada işkenceye katlanırım." dedi.
********
İslam bilginleri ruh olgunluğu ve Allah’a (c.c) yaklaşmak için, birer mürşidi-i kâmile bağlamışlardır. Müçtehitlerin en büyüğü İmam-ı Âzam (Rah.)’da derin ilmine ve olgun takvasına rağmen Hasan-ı Basri (K.S.)’ye, İmam-ı Şafii (Rah.)’de ümmi bir kişi olan ve mânevî sahada ilerleyen Şeyban Râî (K.S.) hazretlerine intisap etmiş bağlanmış, Hüccetü’l İslam İmam-ı Gazali (K.S.) ise, Ali Feramid-i (K.S.) Hazretlerini rehber edinmişlerdir.
Onun için hak aşığı ne güzel söylemiş:
“Ne kadar âlim olsan, herkes gibi beşersin,
örnek insana uy ki, gönül bahçen yeşersin”.
*******
Büyük zatlardan Sadr’ül Ecel Burhan’ül Eimme’nin Hüsameddin ve Taceddin adlarında iki oğlu vardı. Babaları sabahleyin erkenden diğer talebelerin derslerini verirdi. Bu iki kardeş öğlen sıcağına kalırlardı. Babalarına dediler ki bize bu usanç veriyor. Babaları: Onlar hem uzaktan geliyorlar, hem de yabancıdırlar, dedi. Onlara şefkatli davranmak lazımdır. Siz yanımdasınız, dedi. Bu şefkat ve fedakarlık bereketi ile evlatları zamanın en ileri gelen alimleri oldular.
********
İbrahim bin Ethem (K.S.), bir gün Beyt-ül Makdis’de bulunuyordu, gece olunca uykuya dalmıştı: Bir ses işitti. “Geceleri ibadetle kaim olmak, cehennem ateşini söndürür, sırat üzerinde ayakların kaymasını önler. Öyleyse bu hususta gaflete düşüp ihmalci olma!” O da bu hadiseden sonra ölünceye kadar geceleri ibadetle ihya etmiştir.
********
Allah dostlarından biri; Ey insanoğlu rahat yaşayıp, fazlaca para ve mal sahibi olmaya bakıyorsun. Eline geçenleri, helal-haram demeden yığıyorsun; ama düşün ki, hamalın sırtında ki yük çoğaldıkça, zavallının sıkıntısı ve ızdırabı da o nispette artıyor.
*********
Fatih Sultan'ın babası 2.Murat, Hacı Bayram Veli Hz.lerine: “Hocam dua buyurursanız da şu İstanbul’un fethi bize nasip olsa" dediğinde hazretin cevabı; "Sultanım, İstanbul’un fethini, şu çocuk ile köse görecekler" Dediği gibi de oldu, o çocuk, Fatih Sultan Mehmet, köse ise Akşemseddin Hazretleri idi ve gördüler. Onlara nasip oldu
********
Fatih Sultan Mehmet, hocası Akşemseddin'i çok severdi. Sık sık onu ziyaret eder, saygıda kusur etmezdi.
Fatih'in her gelişinde Akşemseddin ayağa kalkmaz, ona oturduğu yerden " hoş geldin evlât" derdi. Fakat, hocası kendisini ziyaret ettiği zaman Fatih onu ayağa kalkarak karşılardı.
Sadrazam Mahmut Paşa Fatih'ten bunun sebebini sordu. Büyük hükümdar ona şu cevabı verdi. "...paşam ! bunun sebebini ben de bilmiyorum. Korkudan mı dır, yoksa aşırı sevgi ve saygıdan mıdır ?... Onu gördüğüm zaman yerimde oturamıyorum, ayağa kalkıyorum, adeta elim ayağım titriyor, dilim dolaşıyor..." dedi. -İşte sana saygı ve terbiye örneği...
*******
Yavuz Sultan Selim, Mısır yolunda, “Ordu-yu Hümayun” saatlerce Kocaeli’nin bağ ve bahçelerinden geçer. Yavuzun içinde bir endişe:
“-Acaba asker izinsiz bir tek elma koparmış mıdır?” Bir müddet sonra ordusunu durdurur. Yeniçeri ağasını yanına çağırarak bütün askerin heybelerinin aranmasını emir verir. Arattığı şey tek bir elmadır. Fakat yok. Yarım elma bile çıkmaz heybelerden. Yavuz sevinçlidir:
“-Eğer bir askerin üstünde halkın bahçesinden koparılmış tek elma çıksaydı, Mısır seferinden vazgeçecektim. Şükür Allah'ıma” der.
Tarih gösteriyor ki; gerçek “ZAFER”ler yalnız kılıçların ucunda değil, üstün ahlak anlayışının ve faziletlerin burcundadır.
********
Osmanlı alimlerinin sonuncularından olan Hüsrev hoca, Fatih Camii’nde ders okuturken bir gün geç kalmış, nefes nefese içeri girmiş kusura bakmayın çocuklar demiş, bugün bizim 17 yaşında bir kızımız vefat etti; onun defin işlerini yakınlarına havale ettim, onlar hazırlayacaklar. Ben de derse acele geldim yine de geç kaldım, diyor.
********